R. Hakan Kýrkoðlu
Bedenimizdeki tek bir hücreden, evreni oluþturan gaz ve toz bulutlarýna kadar, birlik duygusunu farkettiðimiz anda, aslýnda kendimizi evrenden kopuk deðil, onun bir parçasý olarak görebiliriz.
Kuantum fiziði günlük yaþamýmýzda ve rasyonel aklýmýzla kavradýðýmýz dünyanýn, makro dünyanýn fiziði deðil, atomik seviyede, mikro dünyanýn ele alýndýðý fiziktir. John Gribbin’e göre Kuantum fiziði atomik seviyede madde ve radyasyonun(yayýným) incelenmesidir. Bu seviye bizim dünyamýzýn kurallarýnýn kaybolduðu, kendimizi sanki Alice harikalar diyarýndayýz dedirtecek derecede þaþýrtýcýdýr. Örneðin partiküller belirli bir zamanda bir yerde olabilirler, dalgalar ise uzaya yayýlýrlar. Halbuki atom seviyesinde elektronlar hem partikül gibi, hem de dalga biçiminde var olabilirler. Aslýna bakarsanýz, Kuantum fiziði bize olasýlýklarýn dünyasýný açýklar ve bizim için en önemli þey de, gözlemcinin rolüdür. Zira gözlemci ister istemez takip ettiði þeyin bir parçasý haline gelir. Halbuki bizler günlük yaþantýmýzda, bizim dýþýmýzda mutlak bir gerçeðin varolduðunu düþünürüz. Gözlerimizi kapasak da önünüzde bilgisayarýn ya da odamýzdaki masanýn halen varolduðunu düþünürüz, onun varlýðýndan kuþku bile duymayýz.

Ancak kuantum seviyesine inersek, örneðin bir elektron bir partikül ya da dalga biçiminde belirlenebilir ve bizler ancak Alman bilimadamý Heisenberg’in (1901-76) öne sürdüðü Belirsizlik Ýlkesi karþýsýnda kalýrýz.
Bir yandan da ne tuhaf ki klasik fizik (Newton fiziði) bizi evrenden baðýmsýz, ayrýk ve kopuk bir biçimde tanýmlarken, Kuantum fenomeni maddenin yapýtaþlarýnda evreni ve olaylarý bir olasýlýklar bütünü içinde görebiliyor. Eðer nesne ile gözlemci arasýndaki bilmeceyi çözebilirsek ne ala, ancak bu noktada tüm gizem kendi bilincimiz içinde yatmakta.
Fizik’in son aþamasý bizi Kuantum teorisine götürürken, pek çok filozof, mistik ve ruhsal öðretiler içinde yer alan kiþiler de bir yandan herþeyin “bir” in bir yansýmasý olduðunu, herþeyin “bir olma ilkesinden” türediðini söylemekteler. Bu bir Yaratýcý ya da kimilerine göre Doða’nýn ta kendisi. Baruh Spinoza,17. yüzyýl usçu filozofu, tanrý ile doðayý özleþtiriyor (Yunan’da Stoa felsefesi) ve herþeyin onun özel bir hali, görünüþü (modus) olduðunu söylüyordu. Spinoza’ya göre üç ana ifade var: Cevher yani öz, nitelikler ve görünüþler. Görünüþler gerçeðin geçici olarak büründüðü (kuantumdaki ikilik ??) herhangi bir özel nesne ya da olaydýr. Spinoza’ya göre öz doða ya da tanrýnýn kendisidir.
Acaba bu durumda, hepimiz, kendimizi ayrý ayrý bireyler olarak deðerlendirsek bile, ortak bir payda da yer almýyor muyuz ? Ben bu ortak paydaya kozmik bilinç adýný veriyorum. Hepimiz bu kozmik bilincin parçalarýyýz ve ister istemez bu bilinci, bedenimizdeki tek bir hücreden, evreni oluþturan gaz ve toz bulutlarýna kadar, bu bilinci farkettiðimiz anda aslýnda evrenden kopuk deðil, onun bir parçasý olarak görebiliriz.
Sembolik anlamýyla Astroloji bize bu kozmik yapýyý, Güneþ sistemi çerçevesinde anlatmaya çalýþýyor. Biz günlük hayatýmýzda mutlak tanýmlar yapsak da (iþte bu bilgisayar, bu masa gibi) özde mutlak olan þey, “birlik” durumu, evrenle bir olma hali. Yahudi mistisizminde, Kabala’da Hayat Aðacý evrenin hallerini anlatýrken, Sufiler bu birlik olma haline, Yaratýcý ile birleþme, yanma anlamýnda fena adýný veriyorlar.
Bu arada, günümüzde yaþadýðýmýz pek çok endiþe, gerginlik ve psikolojik sorunlar, kendimizi hayattan yalýtýlmýþ hissetmekten, kopukluk duygusundan ve bu durumunda doðurduðu güvensizliklerden ortaya çýktýðýný söylememe bile gerek yok. Kozmik bir bilinç çerçevesinde, Astroloji bize çaðlarý aþan bir bilgelik sunmakta.